27 Kasım 2011 Pazar

Güllük Gülistanlık - II

Güzellik tanrıçası Afrodit’in doğuşu sırasında, vücudundan akan köpüklerden bir gül ağacı bitmiş. Afrodit,  onu Tanrıların  içtiği nektar’la sulayınca beyaz bir gül açmış. Beyaz gül, Afrodit’in simgesi olmuş böylece. Ancak bu beyaz gülün kırmızı gül haline gelmesi de yine bir mitolojik olayla ve yine Afrodit marifetiyle  olmuş.

      Bir mersin ağacının kabuğunun çatlamasıyla dünya güzeli Adonis doğmuş. Afrodit, onu görür görmez vurulmuş. Yer altı tanrıçasına teslim etmiş büyütmesi için. Adonis’e âşık olan tanrıça, onu Afrodit’e vermeyi reddetmiş. Tanrıçalar kapışınca araya Zeus girmiş. Zeus’un kararına göre Adonis, yılın dörder ayı  tanrıçaların yanında kalacak, kalan dört ayı istediği biçimde yaşayacakmış. Adonis, onun tercihine bırakılmış  bu süreyi Afrodit’le geçirmek istediğini söyleyince kıyametler kopmuş.
     
      Yer altı tanrıçasıyla birlikte  onlara cephe alan diğer kıskanç tanrıların da işbirliğiyle, Adonis tuzağa düşürülmüş. Üzerine bir domuz salıvermişler. Kasığından yaralanan Adonis kan revan içinde kalmış. Kan kaybından ölen bu güzel delikanlının toprağa karışan kanından “Manisa Lalesi”çıkmış. Bütün bunlar olup biterken, sevgilisinin yardımına koşmak isteyen Afrodit’in ayağına bir diken batmış. Hem de kendi beyaz gülünün dikeni…Dikenin battığı yerden akan kanlar, beyaz gülü kırmızıya boyamış. Bu efsaneye göre de kırmızı gül böyle oluşmuş. Kırmızı gül, tutkulu aşkın simgesi. Efsaneleri de ona göre… Kahramanlar farklı, ama beyaz gül ve dikenler ortak…

      Anadolu nerdeyse bütün olayların, görüşlerin ve felsefelerin merkezi.

      1553 yılında “Kara Fazlî” Şehzade Mustafa için alegorik bir mesnevi yazar. Her zaman dişil düşünülen gül, bu mesnevide erildir. Mesnevinin konusu şöyle:

Rum ülkesinde Bahar Şah adında bir hükümdar yaşamaktadır. Bu hükümdarın son derece yakışıklı bir oğlu vardır. Adı,Gül’dür.Bahar Şah, oğlu Gül’ü Gülşen’e(Gül bahçesi ) vali yapar. Gül’ün yardımcıları kimdir? Ona yakışanlardır yardımcılar da. Sümbül, Nergis, Selvi, Süsen,Jale, Meltem, Irmak…

 Gül, henüz kendi güzelliğinin farkında değildir. Bir gün suda kendi suretini görür, kendine hayran olur. Dünyada ondan daha güzel biri var mıdır diye merak eder.Bunu araştırmak ister. Yardımcısı Meltem’i bu işle görevlendirir. Meltem, araştırmaları sonucunda Bülbül’ü bulur. Bülbül’e Gül’ün güzelliğini anlatır . Bülbül, daha Gül’ü görmeden ona âşık olur. Ve Gül’ün ülkesine uçar. Avcılar Bülbül’ü yakalayıp kafese koyarlar. Kafesi de Bahar Şah’a verirler. Ama Gül, Bülbül’ü kurtarır. Birlikte sevgi âleminde  mutluluk içinde yaşarlar. 

      Kanuni’nin  oğlu Şehzade Mustafa’ya  yazılan bu mesnevinin bazı bölümleri İngilizceye,Fransızcaya; tamamı Almancaya çevrilmiş .( 1834 ) Eserin adı “Gül ü Bülbül”

      Halk şiirinde “gül “imgesine sıkça rastlarız.  Bu sözcük; sevilen , nazlandırılan, zarafetine hayran olunan kişileri anlattığı gibi, bir seslenme sözcüğü olarak da duygusal yakınlığı pekiştirir: “Gülüm !”

      Bazen de sevgilinin eşsiz güzelliğini anlatabilmek için halk ozanının kırmızı güle şiddetle ihtiyacı vardır.
“Salındı bahçeye girdi
Çiçekler selama durdu
Mor menekşe boyun burdu 
Gül kızardı hicabından”

Ercişli Emrah’ın gözünü bürüyen sevda, gülü utançtan kızarmış gösterse de, Âşık Veysel’le toprağa duyulan minnet duygusunun simgesi olarak karşımıza yine gül çıkıyor:
“Karnın yardım kazmayınan bel ilen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine karşıladı beni gülünen
Benim sadık yârim kara topraktır

Bana öyle geliyor ki halkımız, çiçeklerin tümünü kapsayan bir terim gibi de kullanıyor “gül” sözcüğünü. “Güllü pazen, güllü basma “ sözleri Çukurova’da  “çiçekli” anlamında kullanılıyor bildiğim kadarıyla.

Dinsel bir yanı da var “gül” sözcüğünün.”Hazreti Muhammet’in teri,yüzü” anlamında hem Divan Edebiyatında hem de Tasavvuf  Edebiyatında, mecazlı söyleyişler olarak çokça yer alıyor. Hıristiyanlıkta Meryem Ana için “dikensiz gül” imgesine rastlıyoruz.Bir aşk çiçeği olarak gökten indirildiği inancıyla kiliselerin mimarisinde özellikle dikkat çekmekte,  ”Gül pencere “denilen terim de buradan kaynaklanmaktadır.

20 000 çeşit gül üretildiğini belirtiyor kaynaklar. Çeşitlerinin çokluğu bir yana renklerinin oluşturduğu büyülü bir anlam çağrışımıyla da dolu gül. Aşkı, tutkuyu en çok simgeleyen gül,kırmızı olan. Beyaz gül saflığı, el değmemişliği anlatıyor. Sarı gül kıskançlık simgesi. “Pembe, gönlüm sende “ deyişi zaten açıklamayı gerektirmiyor. Bütün bunlar yoruma açık, herhalde çiçekçiler bu anlamları daha iyi bilir. Ancak şairlerin bildikleri daha farklı.

Güzelliği anlatmak  için en çok başvurulan çiçek güldür,diyebiliriz. Cahit Külebi bakın Sevda Bahçesi'nde neler söylüyor:                                        
Pembe gül hülyandır açılmış,
Beyaz gül yanakların,
Sarı gül dağınık saçlarındır,
Ve mahzun kalbim ateş gibi
Yanan dudaklarındır.”

Enis Batur, Beş Gül'de gülün renkleriyle,aşkın renklerini bağdaştırırken, çağrışımlarının zenginliğine bizi de ortak ediyor:
sizin için tuttum beş gül getirdim Sevgili,
durup dururken beş kırmızı gül getirdim, kan
beş beyaz gül süt,beş sarı gül altın yaprak,
tuttum beş pembe gül getirdim Sevgili,tan.”
     
 Gülün gülmekle ilgisini, gülmenin “yaşama sevinci”yle bağlantısını Nazım Hikmet gibi kim anlatabilir ?
“Güldün
güller açıldı penceremin demirlerinde.”

Gülmekle ,ağlamak arası bir sevdanın, geçmişe hükmeden yoğunluğunu hissetmek, güzel bir gülüşü, kaybolan zamanlarda  bir yere koyamadan anlayabilmek de mümkün. Ahmet Ada da Acıyla Akran'da bunu anımsatıyor bize.
“Burada taşrada bir esimlik rüzgâr
Üşüttü mü gül yaprağını gizlice
Duyarım yüreğimde sessizce
Geri gelmeyecek örselenmiş gençliğimi

Arif Ay ise Yağmurlardan Gelmek'te şöyle diyor:
Gül dökülüyor yüzünden
gülüşün gülleri bunlar
tutup koyamıyorum masaya “

Sevecenlikle aşkın birleştiği seslenişleri de unutmamak gerekiyor. Öyleyse Mehmet Çınarlı’ya da uğramalıyız.
“Saçlar ağardı, sanma ki yaşlanmışız gülüm.
Vallahi neyse sendeki hoşlanmışız gülüm.”

Ahmet Haşim’in “arza eğilmiş kanayan güllerini”, güller gibi fecr olan nümayanlarını”; Yahya Kemal’in “Endülüs rakslarında”, müzik ve dansla birleşen kırmızı olduğunu düşündüğüm güllerini, “Hafız’ın kabrinde açan mistik,huzurlu güllerini” de unutmak olmaz.

      Taşralı bir delikanlı Mülkiye’de okurken, okulun en popüler, güzelliği dillere destan kızına âşık olur. Delikanlı sevdasını kimselerle paylaşamaz. Yalnız bu sevdayı ölümsüzleştiren bir şiir yazar. Şiirin adı Mona Rosa’dır. Kızın da bulunduğu bir arkadaş toplantısında bu şiiri okur delikanlı. Oradakilerin tümü bu coşkulu sevdayı ta yüreklerinde hissederler. Kız da çok etkilenir. Durumu anlar. Delikanlıya nişanlı olmasının önemsizliğini, o isterse nişanı bozabileceğini söyler. Delikanlı “Senin aşkın benim aşkıma ulaşamaz.” diyerek bu öneriyi reddeder. Kız intihar eder, delikanlı hiç evlenmez. Âdeta bu aşkla manevi bir bütünleşme içindedir.
      Bu aşk öyküsü, bir şairin yazdığı “Mona Rosa “adlı şiire yakıştırılmış bir öyküdür. Şair Sezai Karakoç’tur. Şiir 14 kıtadan oluşmaktadır. Her kıta beş dizedir.  Beşliklerin ilk dizeleri akrostiştir. 14 kıtadaki bu harfleri yan yana getirdiğinizde bir isimle karşılaşırsınız: Muazzez Akkaya’m.

      Neredeyse 50 yıldır bu şiir üzerine öyküler uydurulmaktadır. Şair de 50 yıldır hiçbir açıklama yapmamıştır. Belki de bu yüzden gizemli bir büyü içinde meraklıları etkilemektedir. Aslında gerçekten herkesi etkileyebilecek bir şiir Mona Rosa. Gazeteci Yazar Ahmet Hakan, bu şiirle ve söylentileriyle ilgili bir yazı yazar. “Bu şiirin 60’larda daktiloyla, 70’lerde teksirle, 80’lerde fotokopi ile” çoğaltılarak elden ele dolaştığını belirtiyor. Bu efsane şiirin, bir aşk acısının yürek burkan sesi olduğunu da ilave ediyor.

      Bir süre sonra Ahmet Hakan Newyork’tan bir ileti alıyor. Muazzez Akkaya’nın kızıdır iletiyi gönderen. Yazıyı annesiyle birlikte okuduklarını belirten Doktor Ayşe, annesinin Mülkiye’de okuduğunu , gençliğinde baş döndürücü bir güzelliği olduğunu doğruluyor. Ancak annesinin bu aşktan hiç haberi olmamış. Yalnız Mülkiye’de okuduğu yıllarda paltosunun cebinde yazanı belli olmayan şiirler bulurmuş.

      Mona Rosa  “tek gül”demekmiş. Bu şiirin ilk kıtasını yazmak istiyorum. Güllerle ilgisi de okuyana kalsın.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

      Eeee ne yapacaksınız “dikensiz gül “ olmuyor. Ama “gülünü seven dikenine” de katlanıyor. “Gül yüzlü” halkımızın “güllük gülistanlık” yaşayacağı günlerin özlemi içindeyiz. Belki de siz yakınmıyorsunuz, “gül gibi geçinip “gidiyoruz, diyorsunuz. En büyük dileğimiz bu. Yüzünüzde her daim “güller açsın”. Çocuklarınızı da “el bebek gül bebek “büyütün. “gül üstüne gül koklamayan” eşinizle ya da sevgilinizle gül kokusuyla dolu güzel günler sizin olsun.

1 yorum:

  1. Yazıyı çok sevdim. Bu arada gül pencerenin hikayesini bilmiyordum doğrusu.

    Yazıyı okuyunca benim de aklıma Behçet Necatigil'in "Solgun Bir Gül Dokununca" şiiri geldi.

    YanıtlaSil