Sonbahar;ayva,elma kokusunu-bu, evlerde depolanan ayva ,elma kokusudur-toprağa düşen yağmur damlalarıyla oluşan “toprak kokusu”nu anımsatıyor bana.Bir de Cahit Sıtkı Tarancı’dan ”Ayva sarı nar kırmızı sonbahar”dizesini sonbaharla birlikte dilime pelesenk ediyorum.
İlkbahar;leylak kokusu,menekşe kokusu,nergis kokusudur benim için.Meyve çiçeklerinin kokusudur. ”Meyve çiçekleri”deyince bir an durup Rıza Polat Akkoyunlu’yu düşünüyorum. ”Güneyden geliyorum,/ Güneyden…/ Saçlarımda portakal,/ Ellerimde/ Limon çiçeklerinin kokusu.” Bu dizeler tarih anlatıyor.Belki bir süre sonra “Bu limon çiçeği kokusu da neymiş?”denilecek.Oysa bütün Mersin’i bürüyen bu koku hep sürmeli.Çünkü Mersin’imizin hafızalara kazınan en büyüleyici özelliklerinden biri de bu koku.
Yaz; güneş,deniz,yosun kokusudur kimilerine göre. Güneşte yanmış asfalt kokusudur belki de. Kiraz, şeftali, kayısı, kavun-karpuz kokusu ve tadıdır yaz.Her nesnenin,her şeyin güneşte yanmış bir kokusu vardır ki yazı unutulmaz kılar.
Tatil kavramının yazla birleşmesi, içimizde sayısız çoşkular da yaratır. Coşkularımız hızını en çok denizden alır.Dörtte üçü suyla kaplı mavi gezegenimizin bize tattırdığı en önemli zevklerden biridir,denizle kucaklaşmak. Dalgalara atılıp bedenimizi kuşatan bu serinlikle- her yaşta bir çocuk olarak- haşir neşir olmak kimin hoşuna gitmez ki?
Bu kadar uzun bir sahil şeridine sahip olup da “Denize girmek için Taşucu’na kadar gitmek gerek.” diyen, daha doğrusu demek zorunda kalan, bir toplum olmaktan siz de utanıyorsunuzdur mutlaka.
Dostumuz yaz,çocuklarımız için bir şenliktir.Çünkü öncelikle “yaz tatili” kavramıyla ve okullar kapalı olduğu için bir şenliktir.Sonra oyunların doyulmaz lezzetini saate bakmadan yaşamak şansı yarattığı için bir şenliktir.Ayrıca denizin, havuzun,ağacın,taşın,bitmez tükenmez eğlencelerin doğmaca yaşandığı bir mevsim olduğu için de bir şenliktir.Aslında yaz,çocukların suyla bütünleştiği bir mevsimdir. Ve de en çok bunun için bir şenliktir.
Biz su-sever bir toplumuz.Temizlikle ilgili eğitim eksikliğimiz olsa bile sudan,su kenarlarından vazgeçemeyiz.Orta Asya’da bütün mahlukat“Su!Su!”diye çığrıştığında ,yüklemişiz denklerimizi,sulak yerlere doğru yola çıkmışız.Deniz bulmuşuz,dere bulmuşuz,göl bulmuşuz,kenarlarına konmuşuz,göçebe olsak da.Bulunduğumuz yerlere “sahibülhayrat” çeşmeler yaptırmışız.Gelen geçen bu sulardan içsin,çeşmeyi yaptırana hayır dualar etsin diye.
Su kenarlarından söz edince yaz sıcağının cehennemi halini düşünüyorum. Yaz sıcağı dağa taşa hükmedeli ağzımızın tadı kaçtı.Öteki yarıküredeki serinliğe imreniyoruz.Oysa onlar da sellerle, tayfunlarla boğuşuyor.
Yazla birlikte gündeme “küt” diye oturan bir su sorunu var ki hepimizi kara kara düşündürmekte.Çünkü biliyoruz ki su gibi akan zamanın pençesindeyiz.Mavi küremiz de bizim pençemizde.Artık mevsimlerin eski mevsimler olmayacağı su götürmez bir gerçek.Biz,insanoğlu,yine de su katılmamış vahşetimize yenilerini eklemeye devam ediyoruz.Bir yandan da içimize su serpecek çarelerin peşine düşüyoruz. Düşeceğiz elbette.Ama vahşetimizi de bir hayli sınırlandırmamız gerekiyor.
Bugünlerde susuzluktan kırılan kentlerin dramını gözlemekteyiz.Suyun başında olduğumuzu varsayarak,sıranın bize gelmeyeceğini hayal edebiliriz.Öyle olsa bile, susuzluk korkumuzu yok etmek olanaksız.Çünkü insanoğlunun su katılmamış aymazlığı var ortada.”Suyu görmeden paçaları sıvamayın.” diyorsanız,suların çoktan karardığını bilmenin bile bir şey ifade etmediğini acı acı gülerek, çok yakında anlayacağız . Ahvalimiz “sudan çıkmış balığa dönmek.” Gemi su alıyor.Biz elimizden gelen olumlu katkıları sağlayalım ki emeğimiz geçsin, emeğimizin kıymetini bilelim.Dünyamızı yaşanası kılalım böyle böyle.
Hayatımızı boydan boya kuşatan suyun yok olacağını düşünmek bile tüyler ürpertici. Musluğu açıp suyun akışını izlerken bunu düşünüyorum.Düşünmekten öte,bir gün onsuz kalacağımız dehşetiyle irkiliyorum.
Şikâyetçi olan kim?Biz…Suyu bulandıran kim?Biz…Hepimiz çevreciliğimizi masaya yatırıp,suyunu çekmek üzere olan kaynaklarımızı tutumlu kullanmanın yollarını aramalıyız.Ve bu yolları mutlaka ve mutlaka çocuklarımıza da öğretmeliyiz.
Petrol savaşlarının su savaşlarına dönmesi yakın.Köylerimizde tarla ,arazi savaşımlarının su savaşımlarıyla da yoğunlaştığını hepimiz medyadan biliriz. Hatta yağmur duaları için yollara çıkan insanımızın bazen olmadık nedenlerle birbirine düşmesini de gözlemlemişizdir. Can Yücel’in “Islak Öykü”şiirinde bu,nasıl güzel dile getirilmiş!Çelişkilerimizi bu şiirden daha güzel anlatacak başka şiir bulamazsınız. Hem acıklı hem komik… Sonu böyle biten öyküler yaşanmasın desek bile,insanın yaratılıştan gelen özelliğini göz ardı edemeyiz… Suyumuz ısınmadan bu su’lu öyküye kulak verelim mi?
Yağmur duasına çıkmış köylüler
Abdest alıp
Göğe el açıp
Yedi rekât namaz kılmışlar
Üç keçi kesmişler sonra
Sana fazla düştü bana az diye
Cıngar çıkmış aralarında
Tabancalar patlamış
Candarma yağmış üstlerine
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder