24 Kasım 2011 Perşembe

Güllük Gülistanlık - I

                                          * Elhamra'da güller
Günler boyu,geceler boyu,güzel sesiyle GÜL’e aşkını anlatan BÜLBÜL, durmaksızın şarkılar söylermiş. Bembeyaz taç yapraklarıyla  büyüleyici kokular yaymakta olan GÜL, bütün sevdalıların başını döndürürmüş. Öyle nazlı öyle nazlıymış ki, onun için deli divane olan BÜLBÜL’e hiç yüz vermezmiş.

     Bir gün, çileli BÜLBÜL, yine ardı arkası kesilmeyen nağmeleriyle GÜL’ün etrafında pervane olurken, tam bağrına GÜL’ün dikeni batmış.Yürekten kanayan bu sevda, beyaz GÜL’ün rengini kırmızıya dönüştürürken, biçare BÜLBÜL, büyük aşkının yolunda, belki de bir Fuzulî felsefesiyle , mutlu olarak can vermiş. Derler ki, güllerin rengi sadece beyazken, o günden sonra kırmızı olmuş.
Çok bilinen bir şarkı vardır hani,o şarkıdaki bir dize bize bülbülün kaderinin çile çekmek olduğunu ne güzel anlatır.

“Gülyağını eller sürünür çatlasa bülbül.”
    
 Divan Edebiyatına “GÜL-BÜLBÜL” edebiyatı dedirtecek kadar ileri giden bu efsane, Halk Edebiyatını da etkilemiş, günümüze kadar bu sözcüğe yüklenen anlam genişlemeleriyle büyüyerek gelmiş.

Farsça bir sözcük olan gül, öyle bizim olmuş ki edebiyatları etkilediği kadar, günlük yaşamımızı da kapsayan bir genişliğe ulaşmış. Kızlarımıza ad olarak vermişiz. Mutfaklarımıza girmiş, “gül böreği, güllaç, gülbeşeker” olmuş. Islakken örülen, kuruduğu zaman açılıp taranan lüle lüle saç olmuş, adına “gülale” demişiz.”Gülkurusu” diye sevilen bir renk oluşturmuşuz. Nizam-ı Cedit birliklerindeki subayların cepkenlerinde sırmadan bir rütbe simgesi olarak da karşımıza çıkmış. Avcılıkta kullanılmış.Geyik ve karacaların ana boynuzlarının çok incili halkasına da “gül” denmiş. “Rüzgâr gülü” olmuş  denizcilikte. Dokumacıkta “gül düğümü” , geometride“gül eğrisi denklemi”,  kuyumculukta “gül yüzük, gül küpe” , mimarlıkta “çapraz gülü“ adlandırılmalarıyla karşımıza çıkmış.

Kuşburnu da dediğimiz yaban gülünden türetilmiş oysa gül. Binlerce yıldan bu yana da çeşitleri çoğaltılmış.Türkiye’de 25 çeşit, dünyada 200 çeşit  gül varmış. “Sarmaşık gülü, yaban gülü, Isparta gülü, Frenk gülü, misk gülü, sadberk gülü”bunlardan bazıları.

Bezeme sanatında, el yazması Kur’an’ların sayfa kenarlarında; çevresi tezhipli , ortası boş, yuvarlak motif de önemli bir yer tutuyor ki,bunlara “vakfe gülü, aşir gülü, secde gülü, cüz gülü,sure gülü “ gibi adlar veriliyor.  

Klasik şiirimizde gül çok özel bir biçimde kullanılmış. Ruhun, kalbin, aşkın, Tanrı sevgisinin simgesi olarak Divan Edebiyatının kalıplaşmış özelliklerine bir güzel ayak uydurmuş. Bu kalıplaşmalardan bir iki örnek sıralayalım.
Sevgilinin boyu servi gibi uzundur. Ay gibi parlak bir yüzü, nergis gibi baygın bakan gözleri, gece kadar siyah saçları vardır. Kaşları yayadır, kirpikleri oktur, ,beli kıldan incedir,teni gümüş parlaklığındadır. Ağzı noktadır, goncadır, güldüğü zaman güldür.Yanakları gül pembesidir. Aslında bunlar resim olarak yapılsa oldukça tuhaf bir güzelle karşılaşabiliriz.

Aynı edebiyatta gülün öyle bir saltanatı vardır ki, diğer çiçekler âdeta aşağılanır. Bu öyle aşırı bir bağlılıktır ki, Lale Devri’nde  bazı lalelere bile “gülrîz” denmiş.
“Taşradan geldi çemen mülküne bîgâne deyu
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler”

 15.yüzyıl şairlerinden Necatî’ye ait bu beyitte geçen “gül devri” “bahar mevsimi” anlamındadır.  Gülün  egemenlik alanının ne kadar genişlediğine tanık oluyoruz böylece.

Sevgilinin gözlerinin siyah olması gerekirken “mavi”leştiren Nedim, epeyce tartışma yaratmış , ama “gül”lü kalıplardan da vazgeçememiş.
“Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder      
Nazeninim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni”

(Üzerinde gül desenleri olan ipek bir elbise giydin, ama ben bu elbisedeki güllerin dikenlerinin gölgesi seni incitir, rahatsız eder diye korkuyorum, endişe ediyorum.)

Fuzûlî’nin ünlü Su Kasidesinde geçen gül sözcükleri çoğunlukla  Hazreti Muhammet’i anlatır.
“Suya virsün bâğbân gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su”

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin,boşuna zahmet çekmesin.Bin gül bahçesine su verse bile senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

      Yine Fuzûlî’ye ait  “Gül Kasidesi” de gül redifleriyle dikkati çeker. Bu şiirde gülle ilgili söz sanatları hayli önemlidir.”Gül, baharla bahçeleri nasıl cennete çevirmişse, Kanuni  de Bağdat’a girerek, orayı bir cennet bahçesi haline getirmiştir.  “Gül Kasidesi” Kanuni’ye yazılmıştır ve bir istiaredir. Fuzûlî burada bahçe olarak ülkeyi, güllerin en güzeli olarak da Kanuni’yi kabul etmiştir.

Âdem’le Havva’nın üzerinde bulunan cennet yaprakları kuruyunca yere dökülmüş. Sonra yerden  filizlenerek  yeniden çıkmışlar. Aralarında gül var mıydı bilemem, ama gülün saltanatının büyük olmasında kökeninin eskilere  dayanmasının rolü olduğunu söyleyebilirim.

 Babil’in Asma Bahçeleri’nde sarayın etrafının güllerle dolu olduğunu biliyor muydunuz? Homeros, İlyada Destanı’nda Yiğit Aşil’in kalkanındaki gül motiflerinden söz etmemiş miydi?

Konfüçyüs’ün belirttiğine göre Çin İmparatoru’nun kütüphanesinde ”gül yetiştirmek”le ilgili yüzlerce kitap varmış.Zaten gülün anavatanı için üç yer belirtiliyor:Anadolu, İran, Çin…






         

     


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder